27 Ekim 2015 Salı

Veri Tabanı Yönetim Sistemi Nedir?

Veri Tabanı(DataBase) Nedir?

          Veritabanı,veri depolamak için kullanılan bir mekanizmadır.Veri(data),günlük hayatımızda duyu organlarımızla yakalayıp(1),beynimizle işleyebildiğimiz herşeydir.Sayısal veya sözel gezegenimizin belleğinde yer kaplayan olgulardır.Derleyicimizi açtığımızda bizlere sunulan klasik ilkel(2) ile nasıl karmaşık işlerimizi çözemiyorsak günlük hayatımızdada örneğin bir tartıdan gelen ağırlığımızın sayısal verisi tek başına pek anlamlı değildir.Mesela programlama dillerinde kendi sınıflarımızı yaratma ihtiyacının varlığına değinelim.Ben ağırlık verime boy,yaş,cinsiyet gibi verileride katabilirim.Bunları toparlayacak,kapsayıcı bir yapı(sınıf) yapabilirim ve bunları satır satır tablolar halinde saklayabilirim.Şimdi elimizde tek başlarına fazla faydalı görünmeyen verilerin birleşimiyle bir yapı oluştu.Bu yapıdan seçeceğimiz verilerin anlam yaratmasına enformasyon(information) denir.Örneğin cinsiyeti kadın olanların ortalama ağırlığı bizlere ilgili konularda enformasyon sunar.Bu enformasyonları yorumlayıp bunlardan yararlanabilme yeteneğimizde bilgi oluyor.Klasik örneklerde verilenler gibi bir bakkal defteride veritabanına örnektir,telefon defteri veya kimlik kartıda veritabanı örneğidir yorumlarına girmeyeceğim.Elimizde ki verilerden fayda edinebilme yeteneğimiz(bilgi) oldukça hangi ortamda veriyi nasıl sakladığımızın önemi yoktur.Özet olarak veritabanı,faydalanmak için verileri sakladığımız ortamdır.

Veritabanı Yönetim Sistemi(VTYS/Data Base Management System)

          Veritabanı Yönetim Sistemi veri tabanlarında veri depolama ve veriye erişim anlamında duyulan ihtiyaçları karşılamak üzere oluşturulmuş sistemdir.En basitinden karmaşığına bütün veritabanlarından istenilen standartlar mevcuttur.VTYS bunları etkin bir şekilde sunabildiği ölçüde kalitesini gösterir.Bu gereksinimleri başlıklar halinde vurgularsak:Veri depolama gereksinimini karşılamak,verilerin son kullanıcı için her zaman hazır olması,veritabanı güvenliğinin verileri koruması,verinin yönetilebilir halde sunulması,verilerin kolay çağrılması gibi.Bunların yanı sıra VTYS'ler için verilerin yedeklenmesi ve gerektiğinde kurtarılması gibi önemli görevlerin var olduğunuda hatırlatmakta fayda var.

        

          Populer VTYS araçlarını başka yazılarımda incelemeyi düşünüyorum.Herhangi birini özel olarak övmek istemiyorum(3).Sonuçta veriyi nasıl kullanmamız,enformasyona dönüştürüp ondan fayda sağlamamızı hangisi daha rahat sağlıyorsa onu kullanabiliriz.Son olarak CV'nize bildiğiniz VTYS'leri şunlar şunlar diye yazarsanız işveren için daha anlamlı bir kişisel özgeçmiş veri tablosu sunmuş olacağımızı söyleyebilirim.


1) Try-Catch Bloğuyla yakalayıp Finally kısmında bu veri ile yapabilecekleriniz konusunda donanımlı olduğunuzu varsayalım.O konu hakkında bilgili biri olmuş oluyorsunuz.Örneğin önünüze Visual Studio yüklü bir bilgisayar konulduğunda diğer insanlardan farklı birşeyler yapabilme yeteneğiniz bilginiz sayesindedir.Buda bizlere bilginin(knowledge) tanımını özetler.
2)String,char,int,double,bool vb primitive tipler
3)MsSQL,MySql ve Oracle VTYS'lerini kullandım.Projeye göre tercih yapılması önerilir.

Kaynak:Herkes İçin 24 Saatte Veritabanları,Ryan Stephens-Roy Plew,ALFA Yayımları

19 Ekim 2015 Pazartesi

Renault Reklam Saçmalığı

         Bugünlerde işe gidip gelirken radyoda sürekli büyük bir çelişkinin reklamına maruz kalıyorum.Akılları sıra Bursa'nın insanlık dışı toplu taşıma aracı olan metrosunda Nazi toplama kampına gider gibi işinize doğru yol aldığınız sırada(siz hangi öflenecek,püflenecek durumdaysanız artık sabahları),kendisiyle çelişen bir sloganla reklam girerek sizlere 72.000 TL lik bir araç(Renault Kadjar,jeep falan neyse) aldıracaklarını umuyorlar.İlgili reklamı bulamadım ki bulabilseydim kendi hesabımda yayımlamam gerekecekti ve bende onların reklamına(daha çok zarar veren)alet olacaktım.Sizlere Renault'un dikkatimi çeken bu dandik ve çelişkili reklamlarından bir kaç parça yazacağım.Sloganlar bomba ama bir arabanın sahibine olan maliyetini,anlatılmak istenenlerle bağdaştırmak imkansız.
          "Hayatın koşuşturmacasına kapılmaktansa,kalbini rüzgara teslim ettin"(İşe güce giden insanların boktan bir koşuşturmaca içerisinde yok olduklarını söylüyor.Hatta başka bir reklamlarında şu an siz sıkıcı ofisinizde keşke şurada olsam diye iç geçirirken birileri Dünya'nın bir yerlerinde ilk defa dalış eğitimi alıyor olabilir diyor.Hayallerimize bu kadar yakınken neden bir fırt Reno çakmıyorsunuz kendinize diye kızıyor bizlere.Benim ise aklıma gelen şeyler bir arabanın bu kadar yüksek fiyatıyla beni güzel hayallerimden 70 küsür ay geriye atmasının yanı sıra onun lanet vergisi,sigortası ve murphy giderleri(1)),"Mutlu olmak için almayı(reklamda kadınlar kapitalizmin kalelerinden ellerinde alışveriş çantalarıyla çıkıyorlar) değil şöyle derin bir nefes  alabilmeyi seçtin"(sözde ayda 1000 TL den 72 ay ömrümüzü ve birikimimizi yok edecek,vergisi veya sigortası,ıvır zıvırı haricinde sadece borçlarına sahip olabileceğimiz aracın içinde nefes alan bir kadın görünüyor),"Hayat seçtiğin yoldur","Seyirci kalma yaşamaya başla"(Düşünsenize çevrenizdeki insanların profilini,Türk halkının ekonomik durumunu.3-5 yıllık birikimlerini tüketim çılgınlığına seyirci kalmamak adına heba ettiğini ki istenilen de tam olarak bu)
         Dövüş Kulübü filminde Tyler Durden şöyle diyor:"Things you own end up owning you",yani sahip olduğun şeyler sonunda aslında sana sahip oluyorlar.Bizler arabaya,eve sahip olduğumuzu anlatıyoruz.Onların borçlarını veya giderlerini ödeyebilmek içni sevmediğimiz işlerde çalışıyoruz.Kimseye ödediğimiz bedelleri anlatmıyoruz.Bir kaza yapmadığımız sürece sürekli arabamızla övünüyoruz.Evimizle yükseliyoruz.Ergenlikten beri telefon savaşları veriyoruz.Babamızın malıymış gibi Android mi Windows Phone mu,Reno mu Fiat mı diye tartışıyoruz.Kazandığımız her şey aslında sahip olduklarımıza akıyor.Arkadaşlarımız sorsa bizlere arabamız mı bize sahip biz mi arabamıza diye hangi cevabı verirdik?Mutluluk bir araba veya ev için ömür harcamakla kazanılmaz.Sonuç olarak senin ömrünü tüketmene sebep olmuş sahiplerin(2)için sevmediğin işlerde çalıştın.Şimdi karşılığında dünyanın en pahalı şeyini(ömür) verdiğin mal varlığınla derin bir nefes al.Reklamlarda öyle diyorlar ya.
          Sahip olduklarımızın bize sahip olmadığı veya en azından onalar için işkencelere maruz kalmadığımız bir hayat yaşamamız dilekleriyle görüşmek üzere.

Tabi reklamlara kızarken güzel müzik kullanmalarınıda es geçemeyiz.Gelin biz ihtiyacımız olan kısmını tüketelim arabayı değil müziği,ruhumuzun gıdasını.Buyurun;




(1)Murphy'nin sizlerle nerelerde karşılaşacağını öngöremezsiniz.Bir kaza olabilir veya 2014 te ödediğiniz 290 TL lik zorunlu trafik sigortanızın muhteşem güçlü Yeni Türkiye topraklarında bir sene sonra 495 TL ye varmış artışlarında.(Bunu damarlarınızda bile hissedersiniz.)

(2)Gerçekte ihtiyaç duymadığın mal varlığın,servetin(Not:Hepsi değil.Bu ayrımı kişiler kendileri için kararlaştırmalılar!!!

16 Ekim 2015 Cuma

Gece ve Gündüz Eventleri

                 İnsanlar bir çok teknolojik aletin icadında doğadan esinlenmiştir.Yazılım dünyasında ki çözümlerde hayatın akışından esinlenerek oluşturulan uygulamalardır diyebiliriz.Çevremizde gördüğümüz nesnelerin ve bunların içindeki tamamlayıcıların(gene nesnelerin) oluşturduğu bir hayat yaşanmakta etrafımızda.Bunlara olmazsa olmaz hareket katan olaylar(event) katılmış ki buda hayata dinamiklik katmış.
                Askerdeyken bu işkence bir ara bitecek istediğim zaman,istediğim yere gidebileceğim,istediğim şeyi yapabileceğim diye hayal ediyordum.Aslında tamamen önümde görünür sonu olan bir süreç olduğundan (o lanet olası dönem bitti işaretini aldığımda),bir butonun click eventinden daha seri kendimi kışlanın önüne atacağımı,hatta otobüsle dönebileceğim şehrime daha hızlı varabilmek adına uçakla(para özgürlükten değersizdir) bile dönebileceğimi planlıyordum.Kışlada bir ara arkadaşımın teki yağmur altında ağlana sızlana(teoride öyleydi pratikte gıkımızı çıkaramadık) dışarıda artık ne iş olursa olsun yapabileceğini,bari en azından bundan dolayı para kazanabileceğimizi söylemişti.O zamanlar hak vermiştim.Para karşılığında bile olsun sizlere teşekkür eden birileri(patronun)olacaktı.İşte eventler var ya o eventler hayat programında insanlara hamle yapma fırsatı veriyor.O event geldi ve kendimizi dışarda bulduk.Ben şahsen üzerine çok uzun süre (gerekli veya gereksiz tartışılır) işsiz kaldım.Kafamı mı dinledim,kafayı mı buldum tam bir muamma.Dövüş Kulübü,Esaretin Bedeli vb filmler varken bu hayatta hiç bir şey eskisi gibi olmuyordu.Konumuza dönersek eventler diyorduk.O anı beklediğimizden her türlü sıkıntıya göğüs gerdik.Böyle yaratılmıştık veya eğitilmiştik.Ben tam anlamıyla birileri tarafından bilinçli bir şekilde yönlendirildiğimizi düşünüyorum.Artık o sıkıntılı süreç bitti.Onu bitiren bir event vardı.Bizde tetikleneceğimiz anı bekleyerek sabrettik.
                  Peki şimdi ne olacak?Şimdi bir ömür(60-65 yaşına kadar)sürecek bir koşuşturmacaya girişmemiz gerektiği söyleniliyor.Sorun herkesin yapabildiğini yapıp yapamadığımız değil.Farkındalık kazanmak.Günde 12-13 saat işe(yol falan dahil),6-8 saatte uykuya ayırdığımızda bize kalanları düşündüğümüzde insan askerliğide mumla aramıyor değil.Şunu gözlemledim ki sabah işe giderken zar zor kendinizi sıcak yatağınızdan iş yerine atıyorsunuz.Akşam(artık kaçta çıkıyorsanız) çıkışınızda ise değişik bir rahatlama geliyor.Tam olarak tatmin olmasanızda en azından toplum önünde bir şey başarmanın buruk sevincini yaşıyorsunuz.
                 Benim sorum şu.Eğer gece ve gündüz eventleri gerçekleşmeseydi bu aç gözlü iş dünyası bizleri kaç saat çalıştırırdı?Peki günün bittiğini havanın kararmasından veya kendi tükenmişliğinden anlayan insanoğlu buna odaklanarak bütün acılara katlanabilirken,bunun genel olarak tamamıyla bittiği eventin aslında bizlere verilen en değerli şeyin(ömür) bitişi olduğunu farkettiğinde ne hissedecek?60-70 yaşlarında şimdiki ihtiyarlar gibi genç nesle çatıp,bunlar hiç çalışmıyor bizim gibi ömürlerini çalışıp (topu topu) emekli bile olamayacaklar mı diyeceğiz?Hayatta şu akşamı,şu haftayı,şu ayı veya yılı atlatayımda sonra bakarız diye bir planınız olmasın.Bunu başarabiliyorsanız ne mutlu sizlere.( ;) )

9 Ekim 2015 Cuma

Indie Game:The Movie



Indie Game The Movie belgesel biçiminde 4 bağımsız oyun geliştiricisinin hayatlarına yönelik bir film.Onların ürettiklerinden ziyade arkaplanda sadece kod parçalarının yürütüldüğü cansız bir sistemin olmadığına;etiyle(1),duygularıyla ve hayalleriyle birilerinin var olduğuna işaret etmektedir.Hani herkes için birkaç film vardır ya hayatımızda bazı şeyleri tetikleyici bir rol üstlenirler işte öyle nitelikte bir yapım bu film.

Filmde anlatılan hikaye 3 oyun üzerinden ilerlemektedir ve yapımcılarının(bence biraz acıklı olan ama sonuç olarak mutlu biten)anlarıyla,hissettikleriyle ilgilidir.Anlatımlar Super Meat Boy(2) ekibi Edmund McMillen ve Tommy Refenes,Fez(3) yapımcısı Phil Fish ve Braid(4) in yapımcısı Jonathan Blow ile ilgilidir.

Filmi elime geçen haftada 2 kere izleme imkanına(ne imkanı yıllardır çekilmesini istediğin bir film olduğundan devamlı açıp duruyorsun zaten) eriştim.Sizlere filmle ilgili önemsediğim,hoşuma giden veya önemli bulduğum bazı sahneleri,konuşmaları kısaca anlatmak istiyorum.

Filmde ki yapımcılardan Phil Fish bir noel gecesinde zamanının en muhteşem üçlü oyun koleksiyonlarından birisi(5) diyebileceğimiz oyunların kendisine hediye edilmesiyle başlayan ve o andan itibaren video oyunları üzerine birşeyler üretmek diye kesinleşmiş amaçlara sahip bir kişilik.(6)Örneğin Super Meat Boy yapımcılarından Edmund küçüklüğünde sürekli garip şeyler,yaratıklar çizermiş.Hayal güçlerinin zengin olması aslında tesadüf değil yani anlayacağımız,garip şeyler üzerine kafa patlatmak ve bu konuda emek harcamak,çok uzun zamandan beri hemde(Bir an hey bende küçükken çizerdim hep birşeyler falan dediğinizi duyar gibiyim).Birde bizim küçüklüğümüzde ki özel günlerimizde elimize geçenleri düşündüğümüzde video oyunu hediyesi gibi şeyler tamamen bir çocuğun başına gelebilcek en iyi şeylerden.

Braid in yapımcısı Jonathan Blow ise süslü anlatımlarıyla belgeselde karşımıza çıkıyor.22 yıldır oyun programlamayla uğraştığını söyleyen Jonathan bir an bu konuda hayalleri olan bizlerin içini cız ettirecek birşey mırıldanıyor.Bazen bu konuda insanın moralmen çökebileceğini,hayallerinin inşasında sona ulaşamayacağından korktuğunu belirtiyor.(Bu konuda bir şeyler yapmak isteyen herkes eminim ki başarısızlıktan çok çekiniyordur.İnsana sanki başka işlerde başarısız olsa daha az zararlı çıkacakmış hissi yaşatıyor.)Phil Fish ise bu noktada en dramatik olan açıklamayı yapıyor."Tamamlayamazsam kendimi öldürürüm".Birileri bu oyunları son haline getirebilmek için çok uğraşıyorlar ve bütün istedikleri bunları tamamlamak.Fakat gerçekte çoğu insan sadece oyununu oynamakla meşgul gerisini umursamıyor.

Filmde anlatılan kişilerin bu yolda yürürken kaybettiklerinede değinilmektedir.Fiziksel görünümlerinde dikkatimizi çeken yıpranmalar(saç dökülmesi vb),kilo sorunları,bunların asıl nedeni olan sağlıksız beslenme,gün boyu hareketsizlik,asosyallik ve Edmund'ın normal gitmeyen evlilik ilişkisi(Tabi başarıya ulaştıktan sonra bazı şeylerin eskiye oranla daha güzel olduğundan eminim).Meat Boy yapımcılarına göz atarsak filmde Tommy Refenes kendisinin içerisinde bulunduğu durum için pek içi açıcı şeyler söylemiyor.Cebinde,bir kız arkadaşı olsa ona birşeyler ısmarlayabilecek miktarların bulunmamasından,sağlıkla ilgili sıkıntılarına kadar bir çok yaşadığı sorunları en ciddi olarak anlatan kişi diyebiliriz.Bunun yanında beni en çok etkileyen diyalogların geçtiği sahneler ise Meat Boy'un diğer elemanı Edmund'ın eşiyle olan durumlarıydı.Örneğin bütün gün bilgisayar başında duran(ki bu bizlere çok tanıdık geliyor) Edmund'a eşi,senin hep arkanı görüyorum hiç yüzünü göremiyorum gibisinden şikayette bulunuyordu.Bu evli çiftler için heralde asla olmaması gereken bir şey ama bu konuda karşılıklı fedakarlıklarının sonuçlarını iyi bir şekilde gördüklerini söyleyebilirim.

Indie Game(7) geliştiricisi olmak aslında bu yazıyı okuyorsanız büyük ihtimalle sizin hayallerinizden de birisidir diye tahmin ediyorum.Çoğu oyun programcısının büyük şirketler gibi fakat tek başına davranmak istediği anlarının olmadığını zannetmiyorum.Hatta filmde söylendiği gibi kimimiz için kendimizi anlatma yolumuzda olabilir bir video oyunu tasarlamak.Tabi insanların binlerce kişinin üzerinde çalıştığı fakat seneler süren bu oyunların çıkış tarihine kafa yormadığı gibi örneğin filmde ki Fez'in(ki üzerinde çalışan kişi sayısı belli) hazır olmamasına yönelik yaptıkları yorumlarada sabırlı olabilmek lazım heralde.Heralde diyorum çünkü bu pek mümkün değil(Bakınız Phil Fish'in filmde ki tutumuna :)).

Büyük şirketler insanları eğlendirmek için çok kaliteli oyunlar yapmaya çalışırlar.Milyonlarcasının aynı anda oynayabileceği cinsten.Fakat Indie game diyebiliriz ki tasarımcının hayallerini ekrana yansıtıp onu oynamak isteyen BİR kişiyi bulması hakkındadır.Oyunlar eğlence için üretilmiş sanat eserleridir.Eğer kurguladığınız sistem kişiyi eğlendiriyorsa ve onu yoruyorsa(veya oyalıyorsa) o an arkadan PAX(8)'ta oyununu deneyenleri gözlemleyen Phil Fish gibi takılın(Filmde görürsünüz).O an alacağınız haz anlatılamaz,hatta küfürler bile kulağınıza hoş gelebilir.Tabi oyununuz genel olarak düzgün çalışıyorsa.

Filme yönelik birşeyler anlatmaya çalıştım fakat bu konuda ne kadar başarılı oldum bilemiyorum.Söyleyebileceğim tek şey filmi izlemeniz.Filmden sonra bu konuda hayalleriniz varsa bu konuda birşeyler yapmaya başlamanız.(Before you die(9)).Kendimizi küçümsemekten vazgeçip hayallerimize yürümemiz gerekiyor.22 yıldır bunu yapmaya çalışan Jonathan Blow veya Shawshank hapishanesinden 20 yılda bir çekiçle kaçan Andy Dufresne gibi bunu yapmamız gerekmektedir.Birileri başaramayacağımızı söylediler ve söylemeyede devam edecekler.Onlar kendilerince haklılar,fakat bizde bir konuda haklıyız:Başarabileceğimizi düşünürsekte tam tersinide.



(1)Bu yazıyı yazanın muhtemelen filmde adı geçen oyun karakteriyle yani Super Meat Boy ile ilgili yapmaya çalıştığı bir espri
(5)Mario,Zelda,Tetris
(6)Söylediğine göre 4 yaşındaymış,düşünüyorumda insanın o yaştan beri hayallerinin peşinde yürümesi muhteşem bir azim örneği.Bursa'da benim büyüdüğüm çevrede tek örnek alınabilecek meslek doktorluktu.Aslında sadece bazı insanlar doktor olduğu için değil Bursa gibi bir şehirde halen bilgisayar mühendisliği vb.bölümlere yönelik sağlam adımlar atılmış değil.(Temmuz 2012)
(7)Independent kelimesinin kısaltılmış hali indie,bağımsız oyun(daha çok kişilere veya küçük gruplara ait olma anlamında bağımsız)
(8)Bir oyun fuarı
(9)Fight Club filminde Raymond ile restorant arkasında sohbetten bir kesit
(10)The Shawshank Redemption filminde Andy'nin yakın arkadaşı Red onun o küçük çekiçle hapishaneden tünel kazarak kaçmasının 300 yıla yakın süreceğini söylemişti
- See more at: http://www.mayhemcorporation.com/mayhem/index.php?topic=13